Çocuk hukukuna ilişkin en önemli davalardan biri velayet davalarıdır. Kaynağını Türk Medeni Kanunu'nun 183. maddesinden alan velayet davasında, değişen olgular sebebiyle çocuk üzerindeki velayet hakkının değiştirilmesi söz konusu olabilecektir.
Çocuğun velayetinin değiştirilmesi için haklı bir sebebin varlığı aranmaktadır. Ancak haklı sebep tek başına yeterli olmayıp, çocuğun üstün yararı da gözetilmektedir. Çocuğun üstün yararının değerlendirilmesinde; çocuğun yaşı başta olmak üzere, güvenlik, eğitim, sağlık, çevre gibi hususlar dikkate alınmaktadır. Somut olay bakımından çocuğun üstün yararı için neyin yararlı olup neyin zararlı olduğunu tespit etmek, hukuk dışındaki disiplinleri de ilgilendirmektedir. Bu disiplinler arasında çocuk psikiyatrisi, psikoloji ve pedagoji özel önem taşımaktadır.
Uygulamada ve doktrinde çocukların psikolojik durumunun tespit edilmesi adına psikolog, pedagog veya sosyal hizmet uzmanı tarafından çocuğun dinlenilmesi ve sosyal inceleme raporu hazırlanması gerektiği kabul edilmektedir. Bu bağlamda çocuğun idrak çağına gelip gelmediğine bakılmakta, 8 yaşında ve daha büyük çocukların idrak çağına geldiği varsayılmaktadır. Velayet hakkında karar verilmeden önce, bu yaştaki çocukların dinlenmesi ve görüşlerinin dikkate alınması gerekmektedir.
Diğer yandan, çocuğun biyolojik yaşı ile idrak yaşı her zaman birbirini tutmayabilir. Çocuğun psikolojik ve hukuki yönden irade açıklama olgunluğu farklı seviyelerde olabilir. Dolayısıyla idrak yaşı kavramının her çocuk için aynı olmayacağı da açıktır. Bir başka deyişle, 8 yaş her çocuk açısından geçerli olmayabilir. Bu sebeple, çocukların psikolojik durumunun tespiti, yaşlarının ne olduğundan daha büyük bir önem arz etmektedir.
Çocuğun psikolojik durumu, çocuğun duygusal yönden ve içinden geldiği şekliyle iradesini ortaya koyması açısından önemlidir. Elbette ki alkol veya madde bağımlılığı bulunan, şiddet eğilimli, cinsel istismarlarda bulunan ebeveynler ile çocuk arasındaki ilişki bakımından yapılacak psikolojik tespitler daha öngörülebilirdir. Buna karşın; ebeveynlerin görünüşte sayılanlar gibi uç noktada olmayan, fakat çocuğun psikolojisini yakından ilgilendiren hususlar bakımından çocukla ilişkisinin ortaya konulması, velayet davalarının akıbeti bakımından önem arz etmektedir. Tam bu noktada; özellikle görünüşte şiddet, cinsel taciz ve saldırı gibi ağır deneyimleri yaşamayan ancak psikolojik ve duygusal travma veya sorun geçmişi bulunan çocuklar bakımından, velayet davalarında şema ve mod terapi yaklaşımlarına ayrı bir parantez açmak gerekmektedir.
Klinik psikoloji alanında bilişsel davranışçı terapiler içinde yeni ve bütüncül bir yaklaşım getiren şema terapi; kişilik bozuklukları tedavisinde kabul gören bir yöntem haline gelmiştir. Şema terapide, erken dönemde oluşan ve ilerleyen dönemlerde devam eden uyumsuz davranış örüntülerinin tedavisi amaçlanmaktadır. Mod terapi ise, şema terapiyle birlikte kullanılabilen bir terapi yöntemidir. İki terapi yöntemi birlikte etkin olarak kullanılmaktadır.
Şema kavramı; bir olguya ilişkin olarak çocukluktan itibaren oluşmaya başlayan duygusal, düşünsel, bilişsel, zihinsel, algısal, bedensel duyumlardan meydana gelen kalıplardır. Örneğin "kalem" şeması sayesinde, zihinde ilk oluşan kalem imgesi ile bağlantılı olan tüm imgeler (ilk kodlanan kalem imgesinden görüntü itibariyle farklı olan kalemler) tarif edilebilir hale gelir. Ya da çocukken bir böcek tarafından ısırılmış bir çocuk, bu deneyimi serbest çağrışımla tüm böceklere karşı benimseyerek bir şema geliştirir. Bu yönüyle Platon'un "İdealar Kuramı"ndan esinlenen şema terapi yöntemi, şemanın ilk ortaya çıktığı anda deneyimin nasıl bir zeminde başladığını tespit ederek sağaltımı amaçlar. Dolayısıyla çocuğun başta anne ve babasıyla olan duygusal, düşünsel ve bedensel ilişkisi şemaların gelişimine yön verir.
Mod terapide ise; dört ana grup mod üzerinden teşhis ve sağaltım amaçlanmaktadır. Buna göre; çocuk modları, uyum bozucu ebeveyn modları, başa çıkma modları, sağlıklı yetişkin modu olmak üzere dört ana grup mod bulunmaktadır. Modlar, kişinin/çocuğun belirli bir durum ya da şema karşısındaki ruh halini temsil etmektedir. Modlar arasındaki ilişki ve tedavinin kurgusu kısaca şu şekilde olmaktadır: Dış dünyadaki rahatsız edici bir olay (uyum bozucu ebeveyn modu), kişide/çocukta önce bir içsel etki uyandırmakta (çocuk modu), daha sonra bu tepkiye göre kişide/çocukta bir tepki (başa çıkma modu) oluşturmaktadır. Kendini sürekli tekrar eden bu döngü, sağlıklı bir yetişkinin çocuktaki sağlıksız içsel etkiyi yatıştırmasıyla tedavi edilmeye çalışılmaktadır. Anlaşılacağı üzere, modlar arasındaki etki-tepki ilişkisi şemaların ana hatlarını oluşturmaktadır.
Bu bağlamda velayet davalarında çocuğun psikolojik geleceği önem arz ettiği için; özellikle güvenlik ve istikrar başta olmak üzere, sevgi, bağlanma, öz yeterlilik, sosyallik gibi alanlarda çocuk için en iyi olabilecek seçimin yapılmasına dikkat edilmelidir. Bunun için velayet talebinde bulunan ebeveynlerin çocukla ilişkisinin duygusal altyapısı göz önünde bulundurulmalıdır.
Ebeveynler ile çocuklar arasındaki ilişkilerden doğan şemalar; hiç karşılanmamış ya da gereğinden fazla karşılanmış çocuk ihtiyaçları ile kalıtsal mizaçtan kaynaklanmaktadır. Buna göre evrensel anlamda ihtiyaçları; güven, bağımsızlık, özgürlük, haz ve gerçekçi sınırlardır.
Çocuğun 0-3 yaş erken dönemde bakımveren (anne, baba, büyükanne-büyükbaba, bakıcı vs.) tarafından sevgi ve şefkat görmesi, çocuğun psikolojik yapısının sağlıklı olması için en önemli temeli teşkil etmektedir. İlerleyen yaş gruplarındaki yaşantılar, erken dönemdeki temellerin üzerine atılan çimento gibi olacaktır. Dolayısıyla, özellikle 0-3 yaş ve takip eden dönemler dikkate alınarak, dava zamanındaki ebeveyn çocuk ilişkisinde; velayet talep eden ebeveynin çalışma şartları, yaşam tarzları, çocuğa ayırabilecekleri zaman ile ilgili hususlar dikkatle irdelenmelidir.
Örneğin yoğun çalışma saatleri olan, eve geç gelen bir ebeveynin çocuğa psikolojik anlamda destek veremeyebileceği söylenebilir. Buna karşın çalışma saatleri yoğun olmamakla birlikte, çocuğuna olan ilgisini maddi kazançlar ile gösteren, çocuğun her istediğini yerine getiren bir ebeveynin, tek başına maddi durumunun iyi olmasına ve refah seviyesine dayanarak çocuğun velayetini üstlenmesi çocuğun yararı ile bağdaşmayacaktır. Bu durumda; söz gelimi annesi iyi bir gelire sahip olan çocuğa annesi tarafından duygusal bir ilgi ve bedensel yakınlık gösterilmez, bunun yerine çocuğa ilgi amacıyla sevdiği oyuncaklar, giysiler, tatiller, yiyecekler vs. verilirse, çocuk anne ile maddiyata dayalı yapay bir sevgi ilişkisi geliştirecektir. Böylelikle çocuk, hayatında tatmini sağlamak adına sürekli maddiyata yönelebilir ve doğal duyguları olmaksızın sağlıksız bir psikoloji ile yaşamaya devam eder hale gelebilir. Ebeveynden doğal bir sevgi yerine maddi menfaatler sağlayan bir çocuk için, ileride madde bağımlılığının gelişmesi dahi söz konusu olabilir.
Burada mod terapi yönünden; (i) uyum bozucu ebeveyn konumunda duygusal ilgi, sevgi, bakım ihtiyacında olan çocuğa karşı maddi karşılık veren bir anne ve (ii) çocuk modu olarak, sevgi, ilgi ve bakım ihtiyacı karşılanmamış kızgın ve dürtüsel çocuk veya incinmiş çocuk bulunmakta olup, bu durumun sonucu olarak (iii) duyguları körelmiş, dünyadan kopuk, başını öne eğip tabletiyle özdeşleşmiş bir çocuk (temsili olarak) başa çıkma modu olarak gelişiyor olabilir.
Ortaya çıkan bu sağlıksız şema döngüsünde, sağlıklı yetişkin modu ile çocuğun gerçek (duygusal) ihtiyaçları karşılanmalıdır. Aksi takdirde, incinmiş, kızgın veya dürtüsel çocuk modları oluşacak, bu durumla baş etmek üzere çocuk tarafından sağlıksız başa çıkma modları geliştirilebilecektir. Özellikle toplumsal alanlarda şahit olduğumuz, bireyler arasındaki tartışma ve şiddet eylemleri, hatta amigdala korsanlığı olarak da adlandırılan anlık parlamaların akabinde dürtüsel bir öfke ile başkalarına saldırmaya yönelik davranışlar bu şekilde gelişen sağlıksız modların sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Çocuğun kızgın veya dürtüsel olarak davranıyor olması, mutlaka şiddet görmüş olmasını gerektirmez. Mizaç itibariyle ilgi ihtiyacı karşılanmamış, bedensel yakınlık gösterilmemiş bir çocuğun da kızgın, dürtüsel ya da incinmiş bir çocuk modu göstermesi mümkündür. Dolayısıyla bir velayet davasında, sosyal inceleme raporuna konu olmamış ise, çocuğun anne ve babasıyla ilişki kurma girişimlerinin nasıl karşılandığı sorgulanmalıdır. Bu bağlamda özellikle (i) çocuğun kendi işlerini görmesi konusunda ebeveynlerin çocuğa ne şekilde ve ne derece müdahale ettiği, (ii) çocuğun duygu ve ihtiyaçlarını ifade edip edemediği, bu duruma karşı ebeveynlerin tepkisinin ne olduğu, (iii) çocuğun istek ve taleplerinin ne derece sınırlandırıldığı ve bu sınırların çocuğa ne derece öğretildiği hususlarına verilecek yanıtlar, velayet davasında kilit rol oynayacak niteliktedir.
Örneğin çocuk ile yapılan görüşmede; çocuğun, ağlaması sebebiyle babası tarafından bağırışlarla azarlandığını veya babasına üzüldüğünü söylerse babasının kendisine kızacağını söylemesi halinde, çocuğun duygularını serbestçe ifade edemediği, baba ile ilişkisinin sağlıklı olmayacağı söylenebilir. Yine, çocuğun üstlendiği bir işi bitirmesi veya böyle bir işe başlaması engellenerek sürekli ebeveyn müdahalesinin gerçekleşmesi halinde, çocukta öz yeterlilik problemi oluştuğu söylenebilecektir. Bu süreçler ağır duygusal problem yaratan tek bir olaya bağlı olarak gelişebileceği gibi, sık tekrarlarla meydana gelen öğrenilmiş bir durum olarak da gelişebilir.
Örnek olarak verilen tüm senaryolarda, velayet davaları bakımından önem arz eden husus velayeti kendisine verilecek ebeveynin sağlıklı yetişkin modunu yansıtabilecek, çocuğun ihtiyaçlarını olabildiğince gerektiği oranda karşılayabilecek ve çocuğa bu ihtiyaçlarını karşılamayı öğretebilecek nitelik taşımasıdır. Nitekim mod terapideki mutlu çocuk modu, sağlıklı yetişkin tarafından ihtiyaçları gerektiği kadar doyurulan çocuğu temsil etmektedir.
Sonuç olarak, görülen bir velayet davasında, çocuk ile ebeveynler arasındaki somut şematik ilişkilerin irdelenmesi büyük önem taşımaktadır. Zira görünüşte alkol veya uyuşturucu bağımlılığı olmayan veya şiddet ya da cinsel taciz/istismar eğilimi bulunmayan ve dışarıdan olağan görünen hatta takdir dahi edilen ebeveynlerin, çocuk ile ilişkileri travmatik anlamda öz yıkıcı ya da zarar verici nitelikte olabilmektedir. Bu yönüyle, velayet davalarında hukukun yanında bilimsel bir disiplin olarak psikolojinin gerekli olması, bu alanda doğru yere bakılmasını, doğru soruların sorulmasını gerektirmektedir. Psikoloji ile birlikte gerçek durumun ortaya çıkarılması, çocuk hukukunun aradığı çocuğun üstün yararının ortaya çıkarılmasında yol gösterici olacaktır.